3 Mayıs 2009 Pazar

Sünnet Gölü & Sülüklü Göl

(29 Ekim 2006 Bayram Tatili)

"Beypazarı" diye sayıkladım durdum bayram öncesinde ama sonra çok uzak geldi hem oraya kadar gitmişken Ankara'ya gidip Özlemciğimi ziyaret etmemek olmazdı.Başka bir haftasonu gideriz diyerek yine ne zamandır gitmeyi istediğim Sünnet Gölü'ne gitmeye karar verdik. Bizimkiler de sağolsun ben nereye dersem oraya gelmeye hazırlardı : )) Böylece bayramın 2.günü sabah 9 'da Çengelköy simitlerimizi yanımıza alarak yola çıktık. Akyazı sapağını görene kadar otobandan Ankara'ya gidermiş gibi yaptık. Akyazı sapağından sonra dümdüz yolumuza devam ettik önce Akyazı 'daki Alabalık tesislerinde yemek yeriz diyorduk ama oraya vardığımızda henüz acıkmadığımız için önce Sünnet gölüne gidelim orada yeriz dedik. Ve Kuzuluktan Mudurnu'ya doğru devam ettik. "Dokurcun" köyüne geldiğimizde içeriye girip girmeme konusunda kararsız kaldık. Dönüşte bakarız olmazsa diyerek yolumuza devam ettik. (İyiki böyle bir karar vermişiz nedenini ilerleyen satırlarda anlatacağım.) Hava şansımıza fevküleadenin fevkindeydi:)) Sağımızda yeşillikler arasından akan bir dere sol tarafımızda yeşilliklerle kaplı bir tepe vardı. Hatta bir ara dayanamayıp arabayı kenara çekip dereye indik orada ki resimler annemin makinasında alır almaz buraya ekleyeceğim. Neyse huzur içinde geçen 30-40 dk.yolculuktan sonra sonunda Sünnet Gölü tabelasını gördük. 16 km yazıyor tabelada ama bize daha uzunmuş gibi geldi :)) Yine yeşillikle içerisinde dar bir yoldan etrafımızı hayran hayran seyrederek yolumuza devam ettik.P335 çeşmesinden su içtik.Yol boyunca gördüğümüz evlerde yaşayan insanların hayatları hakkında yorumlar yaptık. O an için orada yaşamak insana çok huzur verici gelse de max 1 hafta sonunda sıkıntıdan patlayacağımıza karar verdik.Gece karanlık çöktüğünde orada korkmayacağını söyleyen bir babayiğitte çıkmadı aramızdan :) Neyse sonuçta karşımıza muhteşem bir manzara çıkıverdi!! Biranda ilk defa göl görmüş gibi öylece bakakaldık. En azından kendi adıma diyebilirim ki inanılmaz huzurlu biryerdi. Öğle saatlerinde oradaydık ve henüz çok araba yoktu. Ortalık sessizdi zaten oraya gelen insanlar doğa ile başbaşa kalmak ,kafa dinlemek için orada olduğu için hiçkimsenin sessizliği bozmaya niyeti yoktu....Gölün sağdan soldan köprüden resimlerini çektikten sonra kendimizi restaurant'a attık çünkü artık çok açtık. O manzara eşliğinde yemek yemeninde keyfi bir başka hani ... Normalde Alabalığı sevmem ama oraya gitmişken yemek istedim tahminimden daha lezzetliydi en azından saman gibi değildi:) Birde söylemesi ayıptır ortaya karışık tavuk ızgara aldık onlarda lezzetliydi. Porsiyonlar tam benim gibi midesi olanlar için ne çok doyuyorsunuz ne aç kalıyorsunuz. Ama Nüvit gibi çok yiyenler dikkat 1 porsiyon sizi doyurmayacaktır:( Fiyatlara gelince oda orta karar ne fazla ne eksik.Aslında geç gitmeseymişiz açık büfe kahvaltıları varmış. Ama o kahvaltı içinde çok erken yola çıkmak lazım anacım birde birşey yemeden oraya kadar dayanabilir miyim açıkçası bilemiyorum. Eminin kahvaltının tadıda orada başkadır... Karnımızı doyurup çaylarımızı da göle karşı yudumladıktan sonra sıra geldi göl çevresinde ki 4.5 km yoldan yürümeye... Gerçi biz tepelere falan çıktık daha uzun bir yol yürüdük ama değdi!! Çok ilginç bitkiler vardı.
Özellikle şu yan tarafta gördüğünüz resme bir bakın. O bir çam ağacı ama o da ne!!"Dalında yemişleri olan bir çalı parçası var ,acaba birisi mi fırlattı onu oraya?" Yooo.. bütün çam ağaçları bu şekilde. Belki siz daha önce böyle bir manzara ile karşılaşmışsınızdır ama biz ilk defa gördük ve çok şaşırdık. Düşünün her türlü bitkiyi tanıyan babişkom bile şaşırdı...
Biraz ileride bahçesinde ağaçtan evi olan bir çiftlik evi gördük çok ama çok güzeldi.. Yerde bir sürü mantar vardı. Bir tanede mürekkep mantarına rastladık , üstü beyaz masa lambasına benziyor altı siyah elini değdirenin elini simsiyah yapıyormuş. Babam söyledi ve çok az rastlanan bir cinsmiş. Onun resmide annemin makinasında alır almaz onuda ekleyeceğim söz. Diğeri de bildiğimiz mantar aşağıda resmini görebilirsiniz. Bunların dışında ağlaç,kızılcık ve dağ armudu gördük ve babamın sayesinde hepsinin tadına baktık. Batu'nun deyimiyle babam Survivor'a katılsa aç kalmayacak:)) Ne bulursa yedi valla.Eve dönüşte dekor amacı ile yediğimiz ağlaç ve kızılcıklardan topladık.
Burada ki yürüyüşümüzü tamamladıktan sonra hemen girişteki "Mudurnu Büfe" sinde neler varmış diye bakalım dedik. Dağ çileğinden,kızılcıktan yapılmış reçeller,uğut(Tahıl özü marmelatı,Buğday çiminden yapılıyormuş) ,fasulye ,karnı kara fasulye,vs.. satılıyordu. Karnı kara fasulye dikkatimiz çekti börülcenin fasulye ebatlarında olanıymış. Ben ilk defa gördüm hepimiz aldık. (Hatta geçen gün babam pişirmiş nefis birşeydi, ben de bugün suya koydum yarın yapacağım.) Sonra da dönüş yoluna koyulduk. Elimizde ki kitaba göre buraya gelmeden önce Sülüklügöl'ü görmüş olmamız gerekiyordu. Sonra annemle Sülüklügöl'ün Dokurcun köyü içerisinde kalmış olabileceğini düşündük. Dönerken oraya da uğramaya karar verdik. Nitekim yanılmamışız oradaymış. (Yukarıda bahsettiğim,girmeyi düşünüp ama sonra düz gitmeye karar verdiğimiz yol) Neyse bir köylüye yol sorduk tarif etti ,"Uzak mı amca?" dedim yok yakın dedi. Eh bizde inandık.Daracık bir dağ yoluna girdik bazen öyle yerleden geçiyoruz ki karşıdan araba gelse imkanı yok geçemez.Karşıdan araba gelmemesi için dua ederek başladık dağa çıkmaya. Etraf tam bir bitki şöleni envai çeşit bitki var. Şakır şakır yanımızdan akan derenin sesi, yer yer ufak şelaler oluşmuş,harika bir yol. Ama git git bitmiyor ,yolda kötü zaten tangır tungur...Zaten turlar buraya offroad için geliyormuş genelde. Ama aramızda ki fark onlar Toyota ile gelmiyorlar :)) Ehh doğa sevgisi de bir yerden sonra yerini esas görmek istediğin şeye ulaşmanın verdiği sabırsızlığa bırakıyor. Bir süre sonra yolda "su boşaltmak" için durmuş bir gence sorduk "Daha çok var mı göle?" .Çocuk biraz duraksadıktan sonra "Biraz!!" dedi. Eh ...git git bitmez hala. Biryerde içi boş park halinde arabalar gördük. "Bunlar yola devam edememişte buraya mı bırakmış acaba?" dedim. Bizimkiler (Babam ve Nüvit) dalga geçti .Çok geçmedi dalga geçme sırası bana geldi. Araba çamura saplandı. Biraz Nüvit'inde payı var tabi laf aramızda :) Neyse hepimiz indik arabadan Nüvit geri geri diğer arabaların oraya çekti arabayı. Arkamızda ki arabada biz gidemeyince denemedi oda park etti. "Napsak , yürüsek mi ?, acaba çok yol var mı?, buraya kadar gelmişken dönülmez!" vs.. diye karar vermeye çalışırken diğer araba biz deneyeceğiz diyerek çıktılar araba ile. Tam o sırada bir araba yukarıdan iniyordu ,durdurduk ve malum soruyu sorduk :"Daha çok var mı? yürüsek nekadar sürer?". Meğer o araç Milli parkı işletenlerin taksisiymiş diğer yolda kalanları geri götürüyormuş dönüşte sizi alırım dedi. Yürürsek yarım saatte gidermişiz. Bizde boş boş bekleyene kadar yürüyelim yoldan bineriz dedik. Çamura bata çıka başladık yürümeye.Çamur bir garip ayağımı kaldırırken ayakkabımı orada bırakacakmışım gibi hissediyorum ,yapış yapış. Epey yürüdükten sonra Taksi geldi. Yalnız iyiki gelmiş çünkü epeyce daha yol varmış 45dk falan yürürmüşüz biz o yolu.Neyse geldik mi Meşhuuuurr gölümüze.Bu arada burası Milli Park ilan edildiği için giriş ücretliymiş 1 YTL :)
Sülüklü göl denizden 1200 meter yükseklikte bir set gölüymüş. Erezyon sonucu oluşmuş.

Yandaki resimde Göl içerisinde görmüş olduğunuz direkler toprak kaymasından önce birer ağaçmış. Aslında öglün tek özelliği bu yoksa başka bir özelliği yada güzelliği yok. Hatta yolda dönerken orta yaşın üzerinde bir çift daha çok yol olup olmadığını ve görmeye değer olup olmadığını sordu. Bizde resimleri gösterip siz karar verin ama bizce boşuna çıkmaya çalışmayın dedik:) Bizim için değişik bir macera oldu ama o amca ve teyze için ağır bir macera olabilirdi...
Şimdi anladınız mı yukarıda "iyiki Dokurcun'a girmemişiz ilk olarak" dememin nedenini,aç karnına bu dağ başında böyle kalsaydı ne yapardık bilmiyorum.Öyle etrafta yiyecek ağlaç,kızılcık falanda yoktu :)) Neyse soran olursa "Ben set gölü gördüm" diyebiliriz artık... Dönerken acdayip karnımız acıkmıştı. Bari yöreye özgü bir yemek yiyelim dedik. Yolda bir gence sorduk :
- Ben : Buranın nesi meşhur?
- Biri :Keşkek, dedi.( Bayılırım keşkeğe!! )
- Ben :Nerede güzel yapılır?
- Biri :Yapan bir yer yok ,evlerde yaparlar.
- Ben :Peki , en güzel hangi ev yapıyor ?? dedim.
- ?!!!????... Çocuk şaşkın şaşkın suratıma bakarken biz kahkahalarla gülüyorduk :))))
"Biri" ne teşekkür edip uzaklaştık. Annem de tutturdu 500 yıllık ağacı göreceğim diye!! Eh iyi dedik görelim.Onun yerini bulmamızda bir olay ama anlatamayacağım yoruldum. Gittik onu da gördük ,gövdesi kocaman aynı anda 10 insan falan girebiliyormuş.

Bakın ;
Annemin gönlünüde yaptıktan sonra sıra karnımızı doyurmaya gelmişti.Çok enerji sarfetmiştik ve yemek yemek istiyorduk. Biz ne yesek derken Nüvit çoktan planı yapmıştı.Adapazarı'nda "Islama Köfte" yiyecektik. Tabi Batuhan 'da ona tüm varlığı ile destek çıktı. Bizde onlara uyduk indik Adapazarı'na ,esnafa sorduk en güzel nerede yapılıyor diye.Meğer tam önünde duruyormuşuz.Biraz ileride "Meşhur Köfteci Mustafa" varmış. Gerçekten meşhurmuş bir sürü sıra vardı. Neyseki ayakta çok beklemedik ,oturduk .Ama masada zaman geçmek bilmedi birde nefis köfteleri ve soslu ekmekleri gördükten sonra.... (Köftenin resmi de annemin makinasında onuda ekleyeceğim) Aslında köfteden çok ekmeğinin ıslama olması asıl özelliği. Yemeyenlere en güzel tarif sanırım şöyle yapılabilir. Taksim deki ıslak hambugere benziyor. Yerken kendimden geçtim ama sonra ilerleyen saatlerde reflümü fena azdırdı. Ekmeğin sosunda sarmısak vardı sanırım beni fena yaptı. Midesi rahatsız olanlar ve reflüsü olanlar baştan uyarayım sonrası fena oluyor ama ben yine olsa yine yerim :P
Ve sonrası da yarı baygın eve dönüşşş..... Çok gezdik,eğlendik ve çok yorulduk:) Süper bir ailem var valla hiç gıkları çıkmadan hatta bazen benden daha enerjik gezdiler onca yeri. Bende onların yaşında inşallah onlar kadar enerjik olabilirim....

0 Comments:

Post a Comment



Template by:
Free Blog Templates